Genel Kurucumuzdan Mesajlar

KURUCU MÜDÜRÜMÜZ'UN MESAJI

DOKUdukça…

90'lı yıllar ve 2000'li yılların başı ülkemizde ulusal sınavların fazlasıyla ön planda olduğu bir dönemdi. Sınavda dereceye giren öğrencilerin boy boy posterleri yapılıyor, bu durum televizyonlarda günlerce konu olmaya devam ediyor, verilen emek ise ikinci plana atılıp durum magazinsel bir boyut kazanıyordu. Hatta daha ileriye gidecek olursak ulusal sınavlar eğitim sistemimize yön veriyordu. Bu durum idealist öğretmen adaylarını dershane ve benzeri kurumlarda öğretmenlik yapma konusunda isteklendiriyordu. Böyle bir dönemde Eğitim Fakültesinde lisans eğitimimi tamamlamış ve idealist bir öğretmen adayı olmuştum. Lisans eğitimim boyunca “Feza Gürsey Bilim Merkezi”nde Bilimsel Rehberlik yapmış; fotoğraf sanatına merak salmış, çeşitli toplumsal projelerde gönüllü olarak birçok görevde yer almıştım.

Eğitim Fakültelerinde okuyan öğretmen adayları, staj dönemlerinde staj yapacağı okula genelde iki defa uğrarlar. En başında üniversiteden aldıkları formları staj yapacakları okula bırakmak için, bir de staj sonuna doğru okuldan imzalanan formları fakülteye teslim etmek için... İdealist öğretmen adayları ise o formlardaki imzalar yerine daha çok derse girebilmenin mutlu telaşı içerisindedir. Şahsım için ne mutludur ki ben de her zaman o mutlu telaşı ve bu düşüncenin vermiş olduğu haklı gururu yaşayanlardan biri oldum. Üzerimde çok büyük emekleri olan bir hocamın şöyle bir sözü vardı: "Öğrenciyle bulduğunuz hiçbir fırsatı kaçırmayın, hemen oturup birlikte çalışmalar yapın." Ben de bulabildiğim hiçbir fırsatı kaçırmıyor, öğrencilerimle birlikte çalışma fırsatını bulabildiğim her anı değerlendiriyordum. Tabiri yerindeyse öğrencilerimin damarlarındaki kan olup vücutlarında dolaşmaya çalışıyordum.

Karar verme zamanım gelmişti ve bir dershanede çalışmayı seçmiştim. Derslere günlerce hazırlık yapıyor, farklı kaynakları tarıyor; sınıftaki 45 dakikayı, bir sanat icra edermiş gibi geçiriyorduk. Öğrencilerimiz mutlu ve başarılıydı. Yaptığımız iş bizi tatmin ediyor, ulusal sınavlardaki başarılı sonuçlarımız gururlandırıyordu. Ulusal yayınevlerine kitaplar hazırlıyor, sınavlarda tutturduğumuz sorular ve derece yapan öğrencilerimizle övünüyorduk.

Yıllar hızla geçiyordu. Yüksek lisans sürecinde uluslararası literatürden eğitime dair edindiğim bilgiler ile yaptığımız iş arasında bir uyumsuzluk hissetmeye başlamıştım. Hikâyelerini merakla takip ettiğimiz, ulusal sınavlarda derece yapmış öğrencilerin; iş ve sosyal hayatta bu başarının çok uzağında kalmaları bu hissiyatımı daha da derinleştiriyordu.

Kurduğumuz dershanede de bu minvalde "Bir Dershaneden Daha Fazlası" sloganıyla ilk adımı atmakla kalmamıştık. Resim ve Müzik öğretmenleriyle de kadromuzu güçlendiriyorduk. Ulusal sınavlara yüklenen anlamlar genel geçerliliğini korumaya devam ediyor, biz ise doğru bildiğimizden şaşmayarak hem sınav başarısı yüksek hem de hayat başarısı yüksek öğrenciler yetiştirmeye devam ediyorduk. Bu arada da eğitime bakışımız ulusal düzeyden uluslararası bir düzeye evriliyor, öğrencilerimiz yurtdışında önemli projelere imza atıyordu.

Daha derinlerde kök salıp zeminimizi sağlamlaştırmak üzere Mutlukent Anaokulu’nu kurduk. Sistemimizin içerisine Amerikan Kültür Dil Okulları‘nın Çankaya Temsilciliği‘ni ekledik. Verdiğimiz hizmetle öğrencilerimizin daha donanımlı, bütünsel yetişmeleri için arayışlarımız ve çalışmalarımız gitgide yoğunlaşıyordu.

“Oyun, çocuğun işidir” mantığıyla çalışan anaokulumuz sadece yapılan çeşitli sınavlar için değil, konuşmak için İngilizce öğrenimi ve yetmez ama önemli bir ayraçtır stratejisiyle hareket edip ulusal sınavlara öğrenci hazırlayan kurslarımız, çalışmalarına ilk günkü özveri ve heyecanla devam ediyordu.

Bir özel okuldan neyimiz eksik olabilir ya da özel okulların yaptığı neyi gerçekleştiremeyebiliriz diye sorguladığımız bir dönemdi. Hemen bir ekip oluşturduk ve özel okulların ne vadettiğini ve ne yapıp/yapamadığını araştırmaya koyulduk. Heyecanımız bundan gayrı gönüllere sığmaz olmuştu. İlk yıllardaki coşkumuzdan hiçbir eksilme yoktu ama sonunda deneyimli ve güçlü bir ekibimiz vardı. Akademisyen danışman hocalarımız yaptığımız çalışmaları yakından takip ediyor üçüncü bir göz olarak süreci değerlendirerek çalışmalarımıza yön veriyordu.

Özel okulların yapmayı vadettiği şeyler, aslında bizim hâlihazırda yaptıklarımızdı. Bizim bu alanlarda gerçekten uzmanlaşmış; yurtdışı deneyimleri olan, öğretmenlik mesleğini iş olarak görmeyen, çok istekli ama hırslı olmayan kadrolarımız vardı.

Kadrolarımızın gücüne ve anne-babaların yoğun taleplerine artık kayıtsız kalamazdık. Parçaları DOKUyup özel okul kurmanın vakti gelmişti. Çalışkanlığı, beceriyi, hoşgörüyü ilmik ilmik DOKUmanın tam zamanıydı. Öğrencilerimizin de bizler gibi ileride sevdikleri işi yapabilmeleri ve mutlu olabilmeleri için yoğun bir gayret içerisine girdik.

Her çocuğun, parmak izi gibi farklı olduğunun bilincindeyiz. Onlar için konforlu ve sade bir öğrenme ortamı hazırladık. Alışılmışın dışında en fazla "16" öğrenciden oluşan -özel okullara bakıldığında bu sayı 22-32 arası değişmektedir- sınıflar oluşturduk. Her öğrencinin doğuştan gelen potansiyeline saygı duyuyor ve bu ülke için yapabilecekleri şeyler olduğunu biliyoruz.

Öğrencilerimizin derdiyle dertlenecek, onlara öğrenme yoldaşı olacak çok güzel bir ekibimiz var. DOKU ailesinin her bir ferdi, karşılaştığı durumlarda önce şu soruyu sorar: "Benim çocuğum olsaydı ne yapardım?" DOKU ailesi de en az anne-babalar kadar öğrencilerimiz için doğru olanı ister.

Hayatta her şey mutluluk ve eğlence üzerine değildir. Öğrencilerimizin zorlandıkları, sıkıldıkları, yoruldukları zamanları da olacak. Velilerimizin kararsız kaldıkları, çocukları ile ilgili kendilerini çaresiz hissettikleri zamanlar da olacak. Bu zamanlarda en şeffaf ve tarafsız halimizle hep yanınızda olacağız. Öğrencilerimizin en hassas dönemlerini en verimli şekilde geçirmeleri için gayret gösteriyoruz, göstermeye de devam edeceğiz. Bu ülkeye katkılarımız DOKU çatısı altında devam edecek. Her şey gönlümüzce olsun.